Siyaset
Paralel devlet ve ‘Cemaat’in kodları
Cemaatteki hiyerarşik düzenin muntazam işlemesini sağlayan mutlak sadakat ve itaat kültürü Bâtınî-İsmâilî davet sistemindeki imam, hüccet, nakîb, gibi kategorileri hatırlatır. Organizasyondaki temel kimyevi unsurlar Sünnî ortodoksiyle pek bağdaşmamaktadır.
Aralık 2013 tarihinde Star Açık GörüÅŸ’te yayımlanan “Cemaat Cemaat midir?” baÅŸlıklı makalemin son kısmındaki, “Gülen hareketi gerek karakteristik özellikleri gerek refleksleri itibariyle bilindik cemaat yapılanmalarına hiç benzememekte, dolayısıyla bu topraklarda neÅŸv ü nema bulan cemaatlerden çok, Hasan Sabbah ve Nizarî Ä°smailîlik, Opus Dei ve Tapınak Åžövalyeleri gibi derin yapıları akla getirmektedir” ifadesi bazı okuyucular tarafından ağır bir itham olarak deÄŸerlendirildi ve bu minvaldeki deÄŸerlendirmeler meramımızı çok daha sarih ve basit bir dille ortaya koyacak ikinci bir yazı yazmayı gerektirdi. Öncelikle Gülen Cemaatiyle ilgili bu ifadelerimizin itham deÄŸil, çıplak gözleme dayalı bir tespit olduÄŸunu belirtmek gerekir. Kaldı ki buna benzer tespit ve deÄŸerlendirmeler Cumhuriyet Türkiye’sinde din, toplum, siyaset gibi konulara dair nitelikli çalışmalarıyla tanınan bazı önemli isimlerce de dile getirilmiÅŸtir. Mesela, Prof. Dr. Åžerif Mardin 16 Eylül 2010 tarihinde katıldığı bir televizyon programında Fethullah Gülen cemaatiyle ilgili olarak ÅŸu mealde sözler söylemiÅŸtir:
“Cemaatleri yapıştırıcı bir tutkal vardır. Bunun bir iç organizasyona baÄŸlı olması lazım. Amerika’da dört ay kadar Türk öÄŸrencilerin yüzde 80’inin Gülen Cemaatine baÄŸlı olduÄŸu bir yerde kaldım. Ä°ç teÅŸkilatlanmasını hiç çözemedim. Bu iç teÅŸkilatlanmanın tutkal ÅŸekli bizim tanıdığımız bir tutkal ÅŸekli deÄŸil... Bu yeni tutkal günümüz dünyasında yeni cemaatler oluÅŸturma ve yeni dinler kurmaya yarayan garip bir tutkaldır... Dahası bu ÅŸimdiye kadar kullandığımız sosyolojik metotlarla araÅŸtırılmaya müsait bir tutkal deÄŸil... Ben bu tutkalın esrarını çözemedim... Fethullah Cemaatinin tutkalı için iç organizasyona bakmamak lazım, çünkü baktığınız yerde onu bulamazsınız... Cemaatin bulut gibi çalıştığını, fakat bulutun içine giren uçakların da kolay çıkmadığını görüyoruz.”
Cemaatte hiyerarÅŸik düzen
Bu çarpıcı ifadeler Gülen Cemaatinin hem konvansiyonel bir cemaat hüviyeti taşımadığı, hem de kimyası itibariyle bu topraklara ait olmadığı yönündeki kanaatleri destekler niteliktedir. Amerikan politik arenasında siyasi bir aktöre destek için para toplama (fundraising) yemeÄŸi düzenleme ve lobicilik gibi iÅŸlerden finans sektörüne, Ä°slam ve Müslümanlarla hukuku baÅŸtan sona vukuatlı ve sabıkalı bir sicile sahip olan Hıristiyan âlemindeki misyonerlik teÅŸkilatına parmak ısırtırcasına 170 ülkede kurumsal ölçekli faaliyetlerden dershaneciliÄŸe, “fetih okutma”(!) yordamıyla devlet kurumlarına ÅŸakirt yerleÅŸtirmeden en kritik kurumlarda kadrolaÅŸmaya kadar hemen bütün faaliyetlerini ürkütücü ve aynı zamanda Hz. Davud ve iki hasım kıssasındaki doksan dokuz koyun/kadın meselesini hatırlatırcasına son derece açgözlü ÅŸekilde sürdüren, ama zahirde kendisini her daim himmete muhtaç bir gariban yahut cami avlusunda mendil açan ve fakat istekleri hiç son bulmayan bir sâil/dilenci edasıyla takdim eden bu hareketteki tutkalın kimyasal kodlarını çözümlemek ilk bakışta zor görünse de söz konusu tutkalın bu toprakların insanına hayli tuhaf geldiÄŸini anlamak için özel bir bilgi ve donanım sahibi olmak icap etmez. Hele hele Türkiye’nin resmî devlet kimliÄŸiyle onca yıldan beridir AB kapısından içeri adım atamadığı bir olgusal gerçeklikte, “Hocaefendi” namıyla maruf zatın liderliÄŸindeki bir cemaatin özellikle son yıllarda küresel ölçekli bir harekete dönüÅŸmesini salt hoca karizması ve/veya hizmete adanmışlıkla izah etmenin pek mümkün olmadığını idrak hususunda saÄŸduyu ve ortalama bir zekâdan fazla bir ÅŸey gerekmez.
Bu cihanÅŸümul cesamet 1960’ların ikinci yarısında Ä°zmir Kestane Pazarı camiinde baÅŸlayan aÄŸlamaklı vaaz ve nasihatlerin motivasyonuyla hizmet yolunda sarf edilen emekle kotarılabilir bir ÅŸey olsaydı, bizzat ilahi iradenin vahiyle rehberlik ettiÄŸi Hz. Peygamber’in de Ä°slam davetini çok daha geniÅŸ coÄŸrafyalara yaymış olması lazımdı. Ama gelin görün ki Hz. Peygamber’in on üç yıllık Mekke dönemindeki tüm gayretinden ancak 200 civarında insanın mü’min/Müslüman olması gibi bir netice hâsıl oldu. HoÅŸ, bundan çok farklı bir netice de beklenemezdi; çünkü Ä°slam ve tevhid davasının egemen karşıt güçlere raÄŸmen ödünsüz biçimde savunulması hem sayısız engelle karşılaÅŸmaya hem de çok ağır bedeller ödemeye müncerdi.
BildiÄŸimiz kadarıyla 1980 ve 90’lı yılların Türkiye’sinde kendi yağıyla kavrulmaya çalışan mütevazı bir cemaat hüviyetindeki Gülen Hareketinin ÅŸimdilerde uluslararası ölçekte birtakım meÅŸkûk organizasyonlarla iliÅŸki kurabilme ve dünyanın en ücra köÅŸelerinde bile faaliyet gösterebilme kabiliyetine sahip olması, Müslümanların on beÅŸ asırlık tarihî tecrübesinde görüldük-bilindik bir olgu deÄŸildir. Aynı ÅŸekilde, bir cemaatin “Sivillik bizi kesmez, sivil alan bize yetmez” diyerekten müthiÅŸ bir ihtirasla devletin yargı, emniyet gibi en kritik kurumlarına göz dikmesi ve bu kurumların tümünü ele geçirmeye kilitlenmesi de bu memlekette pek aÅŸina olunan bir tecrübe deÄŸildir. Bu yüzden bize öyle geliyor ki derin paralel cemaatin 17 Aralık operasyonuyla bir tür intihar saldırısında bulunması, kendilerine 170 ülkede faaliyet gösterme hususunda burs, kurs ve ruhsat veren küresel güçlerin talep ve tazyikiyle ifa edilmiÅŸ bir mecburi hizmettir.
Cemaatin iç organizasyonundaki hiyerarÅŸi ve hiyerarÅŸik düzenin muntazam biçimde iÅŸlemesini saÄŸlayan mutlak sadakat ve itaat kültürü Bâtınî-Ä°smâilî davet sistemindeki imam, hüccet, nakîb, dâî, mükâsir, mükâlib gibi kategorileri hatırlatır. Daha açıkçası bu organizasyondaki temel kimyevi unsurlar Sünnî ortodoksiyle pek baÄŸdaÅŸmamaktadır. Fethullah Gülen imzasıyla yayımlanan eserlerdeki Kalbin Zümrüt Tepeleri, Kırık Testi, Prizma, Ümit Burcu, Vuslat MuÅŸtusu gibi tekellüfü/tasannulu isimlendirmeler bile bu toprakların dinî terminolojisine yabancı gibidir. Gerçi aÄŸdalı ve tekellüflü üsluba Said Nursî’nin risalelerinde de rastlanabilir; fakat en azından ÅŸunu teslim etmek gerekir ki Risale-i Nur ÅŸemsiyesi altındaki diÄŸer gruplar ve cemaatler gerek dinî terminoloji, gerek faaliyet ve amaç, gerekse yol ve yöntem açısından ünsiyet kurulabilir niteliktedir. Bu tespit Gülen Cemaatinin tabanındaki birçok saf ve samimi insan için de geçerlidir, ama paralel cemaat için geçerli deÄŸildir. Çünkü paralel cemaat, 17 Aralık operasyonuyla faÅŸ olduÄŸu üzere, küresel ittifaklar ve kirli hesaplar peÅŸindedir. Üstelik BaÅŸbakan ve siyasi iktidara yönelik tavırlarında, Ömer Lekesiz’in çarpıcı ifadesiyle, “Ben kolonya dökeyim, sen ısır” tarzındaki “iyi polis-kötü polis” oyununu da pek sevmiÅŸ gözükmektedir. Özellikle Gülen’in bedduası ve cemaat medyasının söz konusu operasyona sahip çıkıp savcılara kefil olması dikkate alındığında, cemaatin saf, samimi ve masum tarafı ile derin, paralel ve mücrim tarafı arasında kesin sınır çizgileri çizmenin ve bu iki tarafı net biçimde birbirinden ayırt edebilmenin pek kolay olmadığı tespitinde de bulunulabilir.
Paralel cemaatteki kimyevi kodları çözümlemede Hıristiyan dünyasındaki Opus Dei, Cizvit gibi bazı örgütler/tarikatlar az çok fikir verici ve öÄŸretici olabilir. Bu baÄŸlamda sıkı saÄŸcı ve muhafazakâr kimliÄŸiyle tanınan Opus Dei tarikatının özellikle medya ve eÄŸitim alanında faaliyet göstermesi dikkat çekici olabilir. Cizvit tarikatının özellikleri arasında da ÅŸunlar zikredilebilir: (1) Tarikat üyeleri her toplumsal bünyeye adaptasyon saÄŸlayabilir ve farklı toplumlarla uyum içerisinde yaÅŸayabilir. (2) Tarikattaki en büyük yatırımlar insan odaklıdır; hedefler ise hep uzun vadeli olarak tasarlanır. (3) Tarikata kabul edilen insanlar uzun süreli eÄŸitime tabi tutulur. Özellikle fakir ve yetenekli gençlere tarikat okullarında veya tarikatın desteklediÄŸi özel okullarda çok nitelikli bir eÄŸitim programı uygulanır. (4) Tarikat iyi yetiÅŸmiÅŸ genç üyeleri sayesinde hasımların arasına veya kurumlarına sızar, böylece o kurumlar hem yıpratılır hem de kritik noktalar kontrol altına alınır. (5) Hasımlarla doÄŸrudan çatışmak veya açıktan kavgaya tutuÅŸmak yerine, sinsice ve gizlice mücadele stratejisi uygulanır. Ancak sonuçta en büyük kral, en yüce lider (Ä°sa) aÅŸkına her türlü melanet meÅŸru sayılır. Çünkü kutsal savaÅŸta her yol mubahtır.
Bedduanın etkisi
BilindiÄŸi gibi, Gülen Cemaatinin mensupları da her türlü toplumsal bünyeye intibak etme kabiliyetine sahiptir. Gerek toplum içerisinde yadsınmama, gerek cemaate ÅŸakirt kazandırma noktasında hoÅŸgörü, barış, kardeÅŸlik edebiyatı vird-i zeban gibi tekrarlanır; fakat bu edebiyatın temel iÅŸlevlerinden biri ve belki de birincisi cemaati güzel bir ambalajla pazarlamaktır. Türkçe Olimpiyatları diye adlandırılan organizasyonlarda zenci veya çekik gözlü çocuklara “Kâtibim” ÅŸarkısını söyletmenin de maddi himmet ve manevi desteÄŸi çoÄŸaltmaya yönelik bir reklam kampanyası olduÄŸu izahtan varestedir. Paralel cemaatte aslolan her halükarda kendi “ulvî çıkarları”nın teminidir. Bu çıkarlara halel gelme durumu söz konusu olduÄŸunda, bildik hoÅŸgörü, kardeÅŸlik ve huzur edebiyatı bir anda son bulur, bunun yerine hırçın, haÅŸin ve saldırgan bir tavır kaim olur. Ayrıca “One Minute” ve “Mavi Marmara” hadiselerinden bu yana, ibret ve hayretle tanık olunduÄŸu üzere, cemaatin çıkarlarını muhafaza adına ümmetin menfaat ve maslahatları feda olunabilir. Bu noktada cemaatin zaman ve zemine göre farklı çehrelere bürünme özelliÄŸinden de söz edilebilir ve bu özellik kendisinden güçlü olana boyun eÄŸmek ya da eÄŸiyormuÅŸ gibi görünmek, güç ve iktidar kendi eline geçtiÄŸinde ise herkesi itaate icbar etmek ve diz çöktürmek ÅŸeklinde tezahür eder. Cemaatin dışarıya karşı hoÅŸgörü ve çok sesliliÄŸi pek seven bir görüntü vermesi, iç bünyede ise tahammülsüzlük, toleranssızlık ve tektipçiliÄŸi benimsemesi de bu baÄŸlamda deÄŸerlendirilebilir.
Paralel cemaatteki kimyevi yapının önemli unsurları arasında “tedbir” prensibinden de kısaca söz etmek gerekir. Åžiî gelenekteki takiyye siyasetiyle de az çok hısımlığı bulunan bu prensibin iÅŸlevi, bir yönüyle hasımları ekarte etmeye, bir yönüyle de muhtemel yol kazalarının önüne geçmeye yöneliktir. Hasmı bertaraf etmek söz konusu olduÄŸunda tedbir, “Her türlü hile mubahtır” düsturunca amel etmektir ki kasetçilik ve sair ÅŸantaj usulleri iÅŸbu tedbir dairesindedir. Bize öyle geliyor ki paralel cemaat, kendisine hasım bellediÄŸi kiÅŸiler veya kurumlara karşı kutsal savaÅŸ moduna girmekte ve “Harp hiledir” düsturunca gayr-i ahlâkî enstrümanlar kullanmakta hiçbir beis görmemektedir.
Genel manada cemaatin kendine iliÅŸkin ve kıymeti kendinden menkul “lâ-yüs’ellik” ve “ismet” sıfatıyla muttasıflık algısından da söz etmek gerekir. Burada söz konusu olan ismet, “Ümmet hata ve dalalet üzere birleÅŸmez” manasındaki hadislerde iÅŸaret edilen ve bütün bir Müslüman toplumun ortak aklı olarak icma delilinin dayanakları arasında gösterilen bir vasıf deÄŸil, hassaten Fethullah Gülen ve cemaatine ait bir sıfattır. Denilebilir ki Sünnî teolojide peygamberler, Åžiî teolojide Ä°mamlar, cemaat teolojisinde ise Fethullah Gülen ismet sıfatıyla muttasıftır. Bunun göstergesi, cemaat mensuplarının Gülen’den hata ve kusur sadır olmasının imkân dâhilinde bulunduÄŸunu düÅŸünmekle birlikte, bugüne kadar böyle bir ÅŸeyin fiilen vuku bulmadığına yürekten inanmış olmalarıdır. Özellikle cemaat tabanındaki bu inanç, Cizvit tarikatının lideri Aziz Ignatius’a nispet edilen, “Kilise siyah diyorsa, beyaz gördüÄŸüm ÅŸeyin siyah olduÄŸuna inanırım” sözünü hatırlatmaktadır.
Cemaat nizamında Fethullah Gülen’in sözleri ve fiilleri hakkında deÄŸil eleÅŸtirmek, “gık” demek bile ÅŸakirdin büyük günah sahibi (mürtekib-i kebîre) gibi algılanmasına yol açabilir. Hele hele sorgulama ve eleÅŸtiri söz konusu olduÄŸunda, hasımlar listesine eklenmek ve belki de hayat boyu paralel cemaatin kan davalısı olarak takip edilmek söz konusu olabilir. Çünkü cemaatin rutin faaliyetleri arasında kendi üyelerine hayat boyu “kirâmen kâtiplik” yapmak, aynı zamanda hesap, mizan ve intikam duygusuyla üst limitten ceza kesmek gibi iÅŸler de önemli bir yer tutar. Aslına bakılırsa “kirâmen kâtiplik” faaliyeti çok daha ÅŸümullüdür. Zaman Gazetesi yazarı Mehmet Kamış’ın ifadesiyle, “Biz kirâmen kâtibin meleklerinin yaptığı gibi, iyi ÅŸey yapınca iyi, kötü ÅŸey yapınca kötü yazmaya çabalıyoruz.”
Cemaatin dinî metinler ve terimleri istimal tarzı da zikre deÄŸer bir meseledir. Her konuda olduÄŸu gibi bu konuda da cemaatin temel hassasiyeti özellikle Fethullah Gülen’in her söz ve fiilinde mutlak isabet kaydettiÄŸi inancını berkitmek ve bu dolayımda kimi zaman bin dereden su getirircesine te’viller üretmektir. Mesela, “Fethullah Hoca beddua etmekle yanlış yaptı” demek yerine, onu haklı çıkarma adına, “Bilakis Kur’an’ın tavsiye ettiÄŸi üzere çok da iyi yaptı” diyerekten, Kur’an’da kadının kocası tarafından zina suçuyla itham edilmesine çözüm olarak sunulan mülâane (karşılıklı lanetleÅŸme) hükmünü veya Hz. Ä°sa’nın teolojik kimliÄŸi baÄŸlamında Müslümanlarla Hıristiyanlar arasında yaÅŸanan tartışmayı sonlandırmaya matuf lanetleÅŸme (mübâhele) formülünü söz konusu bedduaya menat kılmak akla seza te’villerden sadece birisidir.
yazının devamını okumak için tıklayın >>>
Henüz yorum yapılmamış.